İsimler konusunda hafızam kolay kolay yanıltmaz beni. Yıllar önceydi, adı Metin’di. 3.lig takımlarından birinden, Erzurumspor’a transfer edilmişti. Transfer edilmesine edilmişti ama oynamıyordu, oynayamıyordu. Oynamıyordu, çünkü o gün o takımda ondan çok daha iyi oyuncular vardı. Elbette ki oynayamamasının bir sebebi daha vardı. O Metin aynı zamanda bir askerdi. Askerlik yaptığı yer de Havuzbaşı’ndaki Kolordu Komutanlığıydı. Profesyonel futbolcu olduğu için bir çok furbolcu gibi bu Metin de doğru dürüst askerlik yapmıyor, komutanları sürekli bu oyuncuya idmanlara çıksın diye izinli sayıyor, kulübe yolluyordu. Ama o asla bunu bir gram dahi istismar etmiyor, Kolordu’dan arta kalan zamanlarını tamamını kulüpte geçiriyordu. Yaşı da diğer oyunculara göre biraz geçkin olduğu için de takım arkadaşlarının ağabeyisi olmuş, efendiliği ve samimiyeti sebebiyle gönüllerde taht kurmuştu. Oynamıyordu ama ‘oynuyor gibi’ davranıyordu. Tek bir idmanı bile kaçırmadığı o zamanları dün gibi hatırlıyorum. Oyuncular sevinirken de karelerde vardı, üzülürken de! Bir kıyak adamdı Metin. Cemal Polat, yöneticiler, o günkü takım arkadaşları ve bir de basın mensupları olarak biz, Metin’in ‘gerçek profesyonel’ olduğunu bilirdik ama başka da kimse bilmezdi!
***
En ‘kazma’ oyuncunun bile, transfer edildiği takımda oynamadığı halde oynuyormuş gibi davranması ve profesyonelce hareket etmesi pek alışkın olunan durum değildir! Bunu özellikle Oktay, Sebahattin, Uğur, Abdüsselam, Sebati, Naci, Necdet, Öner, Fatih, Nuri ve Sefa gibi profesyonel oynayan oyuncular daha iyi bilir kuşkusuz! Bir, iki maç değil, koca bir sezon hiç bir şey yokmuş gibi davranmak, hiç bir oyuncunun harcı da olamaz. Günümüzde iki maç üst üste oynamayan en sıradan oyuncu bile teknik direktörüne ve yöneticisine ‘tavır’ yaparken, Metin’de asla böyle bir şey olmadı, olamazdı da. Hele bir an var ki, o anı, Alzheimer hastalığına yakalanmadığım müddetçe hayatım boyunca unutmam asla mümkün değil.
***
Play-oof mücadelesi veren Erzurumspor, önemli bir virajı aşmak üzere Rize deplasmanına gitmişti. Ben de o gün ‘kendi imkanlarımla’ Rize’deydim. Atatürk Stadında oynanan maçta mav-beyazlı ekip, rakibini yenmişti ve play-off yolunda önemli bir avantaj sağlamıştı. Erzurum’da bayram havası vardı. Tabi dönüş için yola çıkan kulüp otobüsünü artık siz düşünün! İşte o otobüsün içini merak eden bendeniz, kendimi oyuncuların içine attım! Şarkılar, türküler eşliğinde Rize’den ayrılmış, şoförümüz direksiyonu Erzurum yoluna kırmıştı bile! Herkesin keyfi yerindeydi. Ama en çok sevinen, şarkıyı, türküyü ‘çığıran’ kimdi dersiniz? Elbette ki Metin. Ve yanındaki eşi! Düşünebiliyor musunuz, bir oyuncu hem de oynamadığı bir takımın maçına eşi ile gidiyor ve galibiyet sonrasında kendi oynamış da takımı kazanmış gibi sevince ortak oluyor! O ne tevazüdür arkadaş? O ne olgunluktur dostum? Yok böyle bir şey! İnanın o sahneyi her hatırladıkça duygulanırım, ağlamaklı olurum. Çünkü o sevinç, ‘samimiyeti’ gösterir. Çünkü o sevinç, ‘dostluğu’ çağrıştırır. Çünkü o sevinç, ‘adamlığı’ anlatır! Kimse kalkıp o Metin’in yaptıklarının doğal olduğunu, ‘askerlik hatırına’ yaptığını söyleyerek olayı basite indirgemesin arkadaş. Eğer dün Erzurumspor bir yerlere geldiyse inanın ki Cemal Polat filan değildir, bizzatihi o ruhtur getiren! O Metin şimdi nerdedir, ne yapar, ne eder hiç bilmiyorum. Bir vekil gibi kaldı o kulüpte ama ‘as’tı esas o! Eminim yaşıyorsa da zaten yine ‘adam gibi’ yaşıyordur! Bu vesile ile bir selam olsun ona!
***
Hay Allah! Günlük köşe yazma işinde henüz ‘acemi’ olduğumdan olsa gerek, bakın ben aslında ‘ne yazacaktım, neyi yazdım’ durumu oldu yine! Esasında maksadım Eyüp Tavlaşoğlu ile ilgili bir yazı kaleme almaktı. Herhalde Ahmet Küçükler’in vekili Tavlaşoğlu’nun tavrını anlatmak için Metin örneğini verdim ama biraz gevezelik ettim! Ama olsun, canıma değsin! İyiki de ettim! Tavlaşoğlu’nu daha iyi anlatmak için Metin’den daha iyi bir örnek de çok bulamazdım zaten!
***
Bilmem farkındamısınız, Eyüp Tavlaşoğlu, bir yere ‘vekaleten bakmanın da profesyonellik gerektirdiğini’ öğretti bize. Profesyonel Vekillik kavramını tanıttı bize. Bunu sadece bir dönem değil, hem de 2 dönemdir öğretiyor. Adeta gözümüüze soka soka! 18 ayda bir Özel Kalem Müdür değiştiren, kah mebusla, kah parti yönetimi ile ters düşen ‘zor bir adam’ olan Ahmet Küçükler’in yanında bu profesyonelliği sergilemek de herhalde kolay olmasa gerek! Küçükler birinci döneminde ‘çırak’, ikinci döneminde ‘kalfa’ oldu! Bir üçüncü dönemi de ‘usta’lık için ister! Bundan daha doğalı yok! Ama iki dönemdir ona vekalet eden Tavlaşoğlu, usta geldi yine usta gidecek! O, görevde bulunduğu süre içerisinde hiç çırak ya da kalfa olmadı! Ustaydı, hep öyle de kaldı!
***
Adını ne bir spekülasyona ne de basit bir tartışmanın içine sokmadı! Ne bir adım öne çıktı ne de iki adım geride durdu! Hep bir hizası vardı ve o hizayı hiç bozmadı! Toplumun her kesimi ile iyi ilişkiler kurdu. Kavgalı olduğu kimse yok denecek kadar azdır. Vekaletle yetindi, sınırları asla zorlamadı. Bu sayede biraz da Ahmet beyin sık sık il dışına çıkması münasebetiyle belki bir seneye yakın o makamda oturup Belediye Başkanlığı yaptığı da söylenebilir! Bütün basın mensuplarıyla iyi ilişkleri bulunmasına rağmen, ‘asıl’ına ayıp olur’ gerekçesiyle kesinlikle öne çıkmamaya özen gösterdi, büyük de bir tevazü ve nezaket örneği sergiledi! Güleryüzü onun ‘poz’u değil, bizzatihi kendisiydi! Yaşının ve konumunun ‘dolduruşa müsait’ olmasına rağmen, ‘dolmuşa binmedi’, hep kendi aracıyla gideceği yere gidip geldi! O, yanındakileri değil, hep aklını kullandı! Kimse de ondan zerre kıllanmadı! Buna Ahmet Küçükler de dahil! Vekil yaşıyor ama ‘as’tır asıl o!
***
Şimdi dikkat ettiniz değil mi? Yukarıda bahsini yaptığım Erzurumsporlu isimzsiz kahramanlardan Metin’e ne kadar benziyor Tavlaşoğlu. Tıpkı onun gibi birinci olmamasına rağmen bulunduğu yeri de birinci biliyor, sevinci de dozunda yaşıyor, dostluğu da gerektiği gibi kullanıyor. Hem benim artık bugün sayıları yüzleri bulan feysbuk arkadaşlarından biridir o. Dün paylaştığı bir-iki resmi gördükten sonra içimden geldi onu bugün yazmak. ‘İyi ki ‘buton’a basıp, gerçek hayatta olduğu gibi sanal hayatta da arkadaş olmuşum’ diyorum ve onunla ilgili bahsi, Nobel ödüllü Hintli bir şair ve yazar olan Tagore’nin şu anlamlı sözü ile kapatıyorum:
Güneşi kaçırdım diye gözyaşı dökersen, yıldızları da göremezsin!
FACEBOOK YORUMLAR