Size samimi bir itirafta bulunayım mı? Benim öyle İstanbullarda çok ‘mesut’, ‘mutlu’ ve ‘bahtiyar’ pozlar verdiğime bakmayın! ‘Soğuğundan yılıp kaçtığım’ Erzurum’dan ayrılalı bir ayı aşkın süre geçti ama ben İstanbul’da halen daha üşüyorum! Üşümeye alışkın olduğumdan olsa gerek hiç kimse üşümese ben üşüyorum! Öyle böyle değil. İnanılmaz bir soğuk var ve güneşi ‘gram gram’ görüyorum! Erzurum’dan geri kalır yanı yok, buna inanın. Bir karı eksik desem o da eksik olur, fazla olmaz! Soğuk hava psikolojimi de mi bozdu ne? Ne zaman aşırı bir soğuk, hafif de yağmur olsa ‘Bunun peşi kardır’ diye cümle kuracak oluyorum, üstüme güldüreceğimi anlıyor, kendi lafımın üstüne laf getiriyorum! Gelmiş geleli bilemedin iki, ya da üç gün şöyle doğru dürüst ‘dalım’ ısındı desem, ‘abartıyor’ demeyin sakın! Bu İstanbul’un bir adeti var bak o çok güzel. Kafe, restaurant ve eğlence mekanlarında müşteri için şal bulunduruyorlar! Ondan ötürüdür ki soğuk buralarda ‘şah’landıkça ben de ‘şal’landım durdum! Sanki bu yıl ‘soğuğun sülalesinden kız kaçırmışım’ ya da ‘tapulu arazisine gecekondu yapmışım’ gibi peşimi bırakmıyor, sürekli takipte! Ben kaçtıkça o bir gölge gibi peşimde belirdi! Siz yine yatın kalkın soğuğu Erzurum’da yemeye bakın! İstanbul’da filan hiç çekilmiyor! Bunlar hep gündüz ha! Düşünün, gecelerini daha saymıyorum İstanbul’un..
***
Doğrusunu isterseniz ne yediğimden fazla bir şey çaktım ne de içtiğimden! Eskilerin deyimiyle ‘yedim ama neremle yedim’ pek anlamadım! Bir defa dışarıda şöyle ağız tadıyla oturdum desem sayılıdır! İçeride ne yapayım? İçerideyse ben Erzurum’da da ne yapacaksam içeride yapıyordum zaten ! Siz şimdi zannediyorsunuz ki ‘ölüler helva yiyor’ misali İstanbul’dakiler ‘don paça’ geziyor! Siz öyle sandığınızla kalırsınız. Zinhar hayır, asla ve kata yalan! Belki Erzurum’da paltolar çoktan evin hanımları tarafından gardroplara ‘holliklendi’ ama İstanbul’da ‘paltosuz adama adam bile denemez’ durumunun olduğu bile sayılır! O kadar yani! Ben bir tane geldiğim ikinci günü İstiklal Caddesi’nde ki bir mağazadan mont aldım, ‘seçim boyası’ gibi üzerime yapıştı, hele daha çıktığı yok! Erzurum’dan gelirken ‘potur’umu ve ‘şal çorap’larımı çıkarttığıma bin pişmanım a dostlar. Allah çektirmesin ama. Potursuz yattığım ve ince çoraplar ile gezdiğim günlerin ceremesini ilerisinde çok çekeceğim çok!
***
Size artık ne derece gerekliyse o da ayrı mesele ama ben yine de bir bilgi notu aktarayım. 1984-1985 yılları arasında askerliğimi de İstanbul’da yapmıştım. İstanbul Davutpaşa’da askerlik görevimi ifa ederken o kış öyle bir kar yağmıştı ki, ‘İstanbul’a son 50 yılın en fazla karı yağmıştı’ o yıl. Bendeki tam Bedevi şansıydı! Gerçi kışlamız çatılıydı, bacalara-macalara çıkmışlığımız olmadıydı ama taburun önünü geniş ağızlı tahta küreklerle tonlarca kar kürediğim çok olmuştur. İnanmayan bizim Pusula’da ki sevgili arkadaşım Sevda Güneş’in eniştesi Murat Özhancı’ya sorabilirsiniz. O bizim bölük çavuşumuzdu! Ben gibi o da o karı, kışı az yemedi o sene! Ben Davutpaşa’dan çektirdiğim yarım metre kar içindeki askerlik resimlerimi Erzurum’a gönderirken, sanıyorum rahmetli anacığımla babacığım epey gülmüşlerdir. Sevabına eğer komşulara da gösterdiyseler biraz da onlar gülmüştür kesin. Şaka gibi değil mi? Ama öyleydi! İtikatınız olsun!
***
Size bir sır daha vereyim. Hani bazen derler ya, ‘Kar Erzurum’a çok yakışıyor’ diye. Oldum olası ‘uyuz’ olurum bu lafa! Ne yani. Adana’ya yağdı da mı yakışmadı ki Erzurum’a yağmış yakışmış! Haa bence Erzurum’a kar nerede yakışıyor biliyormusunuz? Kartpostallarda. O da zaten eskilerde kaldı! Bak işte kartpostallar üzerinde Erzurum’a karın güzel yakıştığını inkar edersem rabbim o zaman sorar! Hele de Öztürk Akkök gibi bir usta çeksin, bak o zaman kar kartpostalda bir değil hem de iki defa çok güzel durur mu duruyor! ‘Kayağı da kayak kayanı da pek sevmemem’ bundan olsa gerek, çalıştığım süre içerisinde en çok ‘dar’landığım haberler de ya ‘Uzun cümlelerin usta ismi Erol Oral(!)’ ya da kışları Palandöken’de ki ‘herhangi haberler’ olmuştur! Beraber çalıştığım arkadaşlar bilir. Sırf o karda kışta dağa çıkmamak için rahmetli Durdemir şefime ‘Nenem hasta, dedemin karnı ağırıyor’ gibi ipe sapa gelmez yalanlar üretmek zorunda kalır, başka bir arkadaşımın kanına girerdim! Düşünün artık. Rahmetli anneciğimi Fransız oyun yazarı Moliere’nin ‘Scapin’in Dolapları’ oyununu izlemeye götürdüm de, öldüm bir kez Paladöken’e gezmeye bile götürmedim! O kadar yani!
FACEBOOK YORUMLAR