17 Ocak 1991...
Körfez Savaşı cephe hatlarından yapılan canlı yayınlarla medyada açılan çığırı hatırlayalım…
Gerçi o zaman bugünkü gibi öyle iri boyutlu HD görüntülü TV ekranları yoktu ama mevcutlardan sunulan profesyonel formatlı haber ve mesajlarla desteklenen görüntüler, bir ay sonra elde edilecek mutlak zafere ulaşmadaki gücün yarısıydı bana göre…
Haberlerin ilk kez eş anlı iletilmesinin yanı sıra bilgisayarlar ve akıllı bombalar ile savaşılan ilk gerçek ileri teknoloji savaşına tanık olduk.
Adı çöl fırtınası harekatı (17 Ocak 1991- 28 Şubat 1991)
Yoğun bir hava bombardımanı, günlerce dünyaya izletilen görüntüleri ve 24 Şubat’ta başlayan 4 gün sürecek kara harekatıyla Irak güçlerinin teslimiyeti.
Aradan yıllar geçti, 11 Eylül 2001’de ABD’de sivil ve askerleri hedef alan terör saldırıları, yeni medyanın gücü, profesyonel ve adeta şaryo ve tripod üzerinde kameralarla çekilen koca binaların çökme görüntülerini izledik şaşkın şaşkın…
Sonra sonra..
Şartlar oluştu ve oluşturuldu, Körfez Savaşı’nın ardından 12 yıl geçti ve aynı güç yeniden ekranlarda…
Irak’ta gazeteciler koordinatları belirlenen otellere yerleştirildi, kameralar ve pan açıları belirlendi, milli maç izler gibi bizler de evlerimizde ekranların başına konuşlandık…
Siyah ekranlarda karanlığı yırtan füzeler bir yerlere düşüyor ardından yükselen alevler can alırken, ekran başındaki biz dünyalılar farklı farklı duygularla izliyorduk bu görüntüleri…
Yeni yeni saldırı ve savunma füze, bomba isimleri duyuyorduk..
Ardından çöl ayısı, scud gibi kelimeler çeşitli ürünlere marka oldu yine medya sayesinde.
Zaman hızla ilerliyordu.
ABD’li askerlerin Irak’taki hapishanelerinde yaptıkları insanlık dışı işkenceler yine medya aracılığıyla dışarıya sızdı ya da sızdırıldı günah çıkartma, demokrasi güvencesi adına…
Derken o kameralar buldu Saddam’ı saklandığı ininde. Çıkarıldı kuyudan, götürüldü yargıya ve sallandırıldı Saddam Hüseyin bir Kurban Bayramı sabahı o tarihe yetiştirilen cep telefonları önünde…
Herkes farklı yorumladı…
Sahi, kimdi bu diktatör, kimin adamıydı?
İlkel silahlarla in in saklanan, medyayı mesajlarıyla kullanan ve 11 Eylül’ün müsebbibi Usame Bin Ladin’in öldürülmesi, cesedinin hiçbir ülke tarafından kabul edilmeyeceği düşüncesiyle denize atılmasına da yine medya aracılığıyla sunulanlarla tanık olmadık mı?
Sahi o tarihlerde ceset fotoğrafı üzerinde photoshopla oynanan bu Ladin kimdi?
Tekrar Irak’a dönelim…
Medya o kadar müthiş kullanılmış ve bununla birlikte stratejik noktalar o kadar isabetli vurulmuştu ki, Saddam’ın askerleri uçak dahi kaldıramadılar alanlarından…
Liderlerini verdiler, teslim oldular tıpış tıpış…
O tarihten beri de canlı cansız bombalar, saldırılar durmadı Irak’ta…
Her gün onlarca, yüzlerce ölüm haberleri paylaşıldı medya aracılığıyla…
Ve şimdi IŞİD diye bişi işitir olduk…
Farklı bir enstrüman...
Medyadaki tanımlamalar, anlatılar, yorumlar birbirini tutmuyor...
IŞİD (Irak ve Şam İslam Devleti)
ILİD(İrak ve Levant İslam Devleti)
Kısaltmanın baş harflerine dikkat edilirse, Irak’tan Şam’a bir hedef belirlenmiş.
Terör örgütü listesindeymiş...
Başlarında Usame Bin Ladin’den uzantılar varmış, hayalet komutan bir Fransızmış, ABD öldürmek istemişmiş de miş miş...
Siyah giysili, kimlikleri gibi yüzleri kamufle bu militanların sayısı hakkında da net ilgi yok. Bazı kaynaklara göre 7 bin, bazılarına göre 35 bin civarında. Yüzde 70’i yabancıymış, lejyonermiş..
Profesyonel medya aracılığıyla bilinçli, bazı sosyal medya kullanıcılarının da bilinçsiz bir şekilde paylaştığı görüntülerle adını duyurdu bu IŞİD…
“Allahuekber” diyerek “Allahuekber” diyen insanları koyun gibi kıtır kıtır kesmeleri, ellerini arkadan bağladıkları insanların kafalarına sıkma görüntüleri korku saldı Irak’tan Şam’a ve dünya kamuoyuna…
Türkiye’de tezkere kabul edildi, IŞİD ve Kobani ülke gündemine muntazam bir şekilde yerleştirildi.
Terör örgütü PKK’yı oluşturan koruyup, kollayıp geliştiren güçler, bir yandan da aynı enstrümanla farklı güçler oluşturdular İran’da Irak’da Suriye’de...
Hepsinin görevi ayrı, hedef ise belli...
Birileri IŞİD’e Kobani’ye kadar planlı bir şekilde yol verdi, zaman zaman havadan bir iki cisim bombalama görüntüleriyle...
Kobani’de yaşayan siviller bir süre önce Türkiye’ye sığındı.
Kalan silahlı güç, sözüm ona kürtleri temsil ediyormuş, Kobani düşmemeliymiş...
Şimdi Türkiye ağır silahların Kobani’ye geçişine yol vermeliymiş...
Nasıl olsa tezkere elde...
Kara harekâtı olmadan engellemek mümkün değil...
Kamuoyunun kafasına bunlar yerleştirilmeye çalışılıyor...
Ve konu Kobani bahanesiyle bir iç siyaset malzemesine dönüştürüldü.
Provakatörler, savaş yağmacıları, Vandalizm yeniden sahnede...
Devletin ağzından çıkan kısasa kısas yorumları...
Sosyal medyada fink atan kışkırtıcı mesajlar...
Sözün özü;
Kobani bahane, hedef Türkiye...
Şiddet ve sokak asla çözüm değil, kimse tahriklere kapılmasın!
Bizi o bataklığa çekmek istiyorlar...
FACEBOOK YORUMLAR