Koca bir yılı geride bırakmaya saatler kala şehirde yeniden kar yağışı başladı. Uzun yıllara sair her yılbaşı olduğu gibi yağış bu gece de lapa lapaya dönüşeceğe benziyor.
Gece bu yağışta taze kar üzerinde gacur gucur seslerle yürümeyi pek severim.
Şükürlerle kişisel muhasebemi, muhakememi yapar geçmişe uzanırım zaman zaman…
Çocukluğumun geçtiği Cennet çeşmesi yokuşu, Karaköse Cami civarı ya da Yoncalık’ın dar sokaklarında bacalardan kürünen karın oluşturduğu kürtüklerinin üzerine düşen beyaz yansıtılı taslardaki sokak lambalarının sarı ışığına farklı bir görüntü katardı lapa lapa kar taneleri...
Ve, boyundan büyük bardana (çuval) doldurduğu patlamış mısır (eğlence) satıcılarının nidaları bir an kulaklarımda çınlar; Pilaaav geldi, godi daaa beşe… (Patlamış mısır, ölçü aleti bardak ya da küçük maşrapa (god) ile beş kuruşa)
Tasını tenceresini hazırlayanlar kapılarını açtıklarında içeriden bir anda buhar yoğunlaşırdı dışarıya…
Eee kok kömürü ile ısıtılan hanelerde kuzine sobalarda kavurgalar hazırlanmış çedeneye karılırken, fırınlarda kartol (patates) közlemeye alınmış, çaylar çoktan demlenmiş, yedeğe alınan su kazanlarından fokurdayan su taneleri kızgın sobanın üzerine düştükçe hane halkının sıcak sohbeti ve neşeli çocukların cıvıltıları arasında cosslardı…
Ne çaylar sallama ne de konu komşu dallamaydı…
Siyah beyaz televizyonların olduğu o günlerde, evinde televizyon olmayanlar keyifle ya da sıkılarak var olan komşularının kapılarını çalar, çocuklar ayak altında olmayacak şekilde yerlerini alırdı…
TRT’nin saçma kuralı bir gecelik izinlileri Orhan Gencebay mı, Ferdi Tayfur mu rahmetli Müslüm Gürses mi çıkacak merakla beklerdi gençler o gecenin sürpriz sanatçısını…
Müdavim sanat güneşi binbir kostümlü Zeki Müren’in programlarına daha sonraki zamanlar rahnmetli Barış Manço, erkek Bülent Ersoy, Neşe ve Gülden Karaböcek kardeşler de dahil oldu ya…
Aslında sosyal, kültürel ve ekonomik anlamda bugünle kıyasla yazılacak o kadar çok şey var ki…
O günlerde başka neler vardı?
Postane önünde yılbaşından birkaç gün önce kurulan seyyar satıcıların tezgâhlarındaki kar manzaralı tebrik kartları son satışlarda…
Bina içerisinde bu kartlarla birlikte sevgiliye süslü kart, renkli zarf ve kağıtlara dökülen duyguların uhuldanan parmaklarla yazılışı ve özenle zarflanması…
Bu arada, uzaktaki aileleri ile telefonla görüşmek isteyen üniversite öğrencilerinin şehirlerarası sıraya yazılıp dakikalarca hatta saatleri bulan beklemede oluşturdukları kuyruk karmaşası farklı bir cümbüştü.
“Sevgilim Behice / Ortaokuldan beri seni sevdim delice/Sen rüyalarımı süsleyen bir melektin/ Ali gibi beni de Dadaş’ın önünde ektin” çocukça tekerlemesinden müphem, Dadaş’ın önüydü gençlerin, öğrencilerin ya da arkadaşların buluşma yeri…
Çınçın Plak, İbrahim Tatlıses’i kış günü “ayağında kundura” sıyla meşhur etmeye çalışırken, şehir kültürünün yasağı gereği culuhlar (hindi) yine bu mekânda serbest satılabilirdi. Gerçi bir zaman sonra, deve figürü ile birlikte culuhlar da sokaklarda dolaştırıldı.
Aslında bir yaprak nostalji böyle uzayıp gider ya…
Bir zamanlar en sevdiğimiz renkti kar gibi beyaz; Şimdi saçlarımızda…
Bu duygu ve düşüncelerle, 2018’i de geride bırakırken;
Ebediyete intikal etmiş cümle geçmişlerimizi rahmet ve Fatihalarla yâd ederek, sağlıklı, mutlu, huzurlu ve bereketli yıllar diliyorum.
Sevgiyle kalın!
FACEBOOK YORUMLAR