Pazar günü yapılacak seçimlere az bir zaman kaldı. Demokrasinin vazgeçilmez aktörleri olan siyasi partiler yarışın son etabını tamamlamak üzereler. Yapılan propagandalar ve seçmeni etkileme stratejileri yoğun bir tempoyla artarken, siyasi üslubun etik çerçeveler dışına çıktığına şahit olmaktayız.
Toplumu geren ve ayrıştıran bu tür propagandaların, bilinçsiz kitleler tarafından düşmanlığa dönüştürülmesi demokrasi adına talihsiz durumların ortaya çıkmasına sebep olmaktadır.
Gözler önüne serilen bu tablo ise ülke üzerinde hesapları olan provokatörlerin ekmeğine yağ sürmekte ve toplumda onarılması güç travmalara yol açmaktadır.
Birkaç gün önce Erzurum’da yaşanılan çirkin olaylar bu gerginliğin somut bir göstergesi olarak kamuoyuna yansıdı. Üzülüp ve kaygılandığımız bu taşkınlıkları seyrederken neden Erzurum? Sorusu aklımıza takıldı.
Bu sorunun cevabını ”Tarih olayların tekerrürüdür “ kavramı içerisinde ve geçmişe bir yolculuk yaparak anlayabileceğimizi düşündük.
Hatırlanacağı üzere,1921 yılında Türkiye Komünist Partisi kurucu başkanı Mustafa Suphi ve arkadaşları Kars’ta Kazım Karabekir Paşa tarafından ağırlandıktan sonra Erzurum’a gideceklerdi. Grubun, Erzurum’da kendileri için hazırlanan senaryodan haberleri yoktu.
Gizli güçler, gününden önce Erzurum halkını isyana hazırlamışlar ve o gün dükkânların kapalı kalmasını dahi sağlamışlardı.
Mustafa Suphi ve arkadaşları 22 Ocak 1921 günü Erzurum’a geldiklerinde ciddi bir protestoyla karşılaşmış ve apar topar Trabzon’a doğru gitmeleri sağlanarak plan uygulanmıştı. Neticede, Mustafa Suphi ve arkadaşları Karadeniz’in karanlık sularında karanlık güçler tarafından kaybedilmişlerdi.
60 milyon insanın can verdiği İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra dünya ABD ve SSCB tarafından iki kutuplu hale gelmiş ve bu iki güç, ülkeler üzerinde hegemonya kurma yarışına girmişlerdi.
Kapitalizm ve komünizm ideolojileriyle ülkeleri hâkimiyetleri altına almaya çalışan bu iki süper güç, akıl almaz stratejiler geliştirmişlerdi.
ABD’nin, SSCB’nin yayılmacı politikalarına karşı ülkemiz üzerinde uygulamaya soktuğu planlardan en önemlisi Yeşil Kuşak Projesi’ydi.
Bu projenin ilk uygulama alanları Komünizmle Mücadele Dernekleri adı altında yapılmaya başlanmış, antikomünizm söylemlerle beslenen, milliyetçilik ve mukaddesatçılık üzerinden yürütülen bu projenin en önemli uygulama alanlarından biri Erzurum olmuştu.
Öyle ki, Türkiye’nin en büyük üniversitelerinden bir olan Atatürk Üniversitesi’nin girişinde “ Türk âleminin en büyük düşmanı Komünizmdir her görüldüğü yerde ezilmelidir” yazısının bulunduğu ışıklı bir levha dahi konulmuştu.
1968 yılında tüm dünyada yaygınlaşan öğrenci olayları ülke geneline taşınmış, Erzurum’da bu konuda nasibini almıştı. Bu süreçte kirli eller devreye girmiş, Havuzbaşı’nda ki Atatürk heykeli önünde bildiri okuyan devrimci gençlere karşı linç girişimi olmuş, ajan provokatörler ortamı gererek halkı sokaklara dökmeyi başarmış, tabir yerindeyse şehirde cadı avı başlatılmıştı.
Rektör’ün koltuğunun yakıldığı bu olaylarda öfkeli halk, üniversite yurtlarını basmış, şehirde sol düşüncede oldukları bilinen işyerleri tahrip edilmişti.
Uzun saç ve favorinin vatan hainliği göstergesi olarak yaftalandığı bu cehalet ortamı, şehrin homojen bir düşünceye teslim olmasına yol açmış ve bu proje ileride FETÖ gibi örgütlerin alt yapısını oluşturmuştu.
Yurtlarda, Kur’an-ı Kerim yakıldı iftirası ile şehir tekrar gerilmiş ve istenmeyen olaylar yaşanmıştı.
1970 yılı ortalarında Dostlar Tiyatrosu’nun Halk Eğitim Merkezi’nde sahneye koyacakları Alpagut isimli tiyatro oyunun sergilenmesi engellenmiş, bu olay Türk Kamuoyuna Alpagut Olayı olarak geçmişti.
Yine 1977 seçimleri öncesi Erzurum’a gelen Bülent Ecevit’in, eski Hükümet Meydanında miting yaparken konuşması sabote edilmiş, yoğun protesto ve aşırı tepki sonucunda Bülent Ecevit ve eşi Rahşan Hanım meydanı terk etmek zorunda kalmış, güvenlik güçleri olaylara sadece seyirci kalmıştı.
Eli kanlı terör örgütünün 1993 yılında Yavi ve Çiçekli katliamlarıyla Erzurum’u hedeflemesi elbette ki tesadüfi değildi.
Yaşanılan bu acının verdiği psikolojiyi iyi bilen hainlerin, öfkeye kapılmış halkı Mahallebaşı’na yönlendirme gayretleri, rahmetli Naim Hoca’nın kalabalığı ikna etmesi neticesinde amacına ulaşamamış dolayısıyla kardeşi kardeşe kırdırma planı suya düşmüştü.
Yaşadığımız son olay, Erzurum’un sinir uçlarıyla geçmişte olduğu gibi bu günde uğraşıldığını göstermektedir.
Erzurum kimsenin talimgâh alanı değildir ve olmamalıdır. Cumhuriyet fikrinin ilk filizlendiği bu aziz şehri kimsenin siyasi ihtiraslarına ve çıkarlarına terk edemeyiz.
Unutulmamalıdır ki, demokrasi halkın iradesine saygı gösterme bilinciyle taçlanır.
Erzurum milli hassasiyetiyle bilinen bir şehirdir ve hiç kimsenin bu hassasiyet üzerinden hesap yapmasına fırsat vermeyecek kadar itidallidir.
Erzurum ismi, kadim kültürüyle, Cumhuriyeti kuran şehir ünvanlıyla ve dadaşları ile anılmalıdır.
Vatan ve bayrak aşkı tartışmasız olan Erzurum’un cumhuriyetle, demokrasiyle ve laiklikle asla bir sorunu yoktur.
Erzurum’un sorunu istihdam yetersizliği, işsizlik ve iller liginde alt sıralarda olmasıdır.
Erzurumlular olarak siyasilerden beklediğimiz, gıpta edilecek imajıyla, turizmiyle, sanayisiyle, bilim ve teknoloji dünyasına katkısıyla, ihracatıyla, kişi başına düşen milli gelirinin yüksekliğiyle hatırlanacak bir Erzurum inşa etmeleridir.
Siyasi tercihlerimizin bu günün tercihleri olduğunu hatırlatırken, her türlü provokasyonlardan ve tahriklerden uzak durup, siyasi farklılıklarımızın zenginlik olduğu bilinciyle yaşayacağımız bir Türkiye hedeflemeliyiz.
FACEBOOK YORUMLAR